14 Eylül 2011 Çarşamba

Buzlar Kraliçesi: Riga

Vilnius dönüşü 'geri dönüş sendromumdan' sonra Doğu Avrupa Turu izlenimlerimi yazacağımı söylemiştim ama baktım benim sendrom hiç bitecek gibi değil; ayrıntılar buharlaşmadan gezi anılarıma Buzların Kraliçesi Riga'dan başlayayım dedim.

Etrafımda genel müdürümden sonra en çok yurt dışına çıkan kişi benim. Nitekim 1ay içerisinde 4 ülkeyi karış karış gezdim. 27ağustos-5eylül arası bayram tatilini Baltığın güzelleri Riga-Tallinn-Vilnius'u gezerek değerlendirdim. İş yaşamı, çalışmak, para kazanmak bunlar güzel şeyler ama kazandığın parayla vakit yaratıp gezememek pek de keyifli değil. Gezemeyincede alışveriş yapayım bari diyerek o para harcanır yok olup gider. Sonuçta para kaldıkça çoğumuza batar. Ve şöyle de bir gerçek var ki: 'öğrenciyken gezmeye vaktin olur; paran olmaz, çalışırsın paran olur; vaktin olmaz'. Bu yüzden iş başvurularınızda şunlara dikkat edin:

-Haftasonu çalışmayacağınızı kesinleştirin,

-Yoğun ve esnek çalışma saatleri ile başlayan cümleyi gördüğünüz zaman ilanı kapatın,

-Firmanın kurumsal olmasına dikkat edin -kurumsal olmalı ki bayramınız seyranınız olsun. Eğer patron şirketi ise ve çok şanslı değilseniz bayramlar seyranlar pek de umurlarında olmayabiliyor.-

Bu detaylar gezmeyi, tatili seven insanım için önemli detaylar. Arkadaşlarım bana ''ya sen ne iş yapıyorsun, nasıl bu kadar tatilin olabiliyor? '' derken onlara cevabım işimin şartlarının ne kadar iyi olduğu oluyor. Ve tabiki son derece anlayışlı, insanı sıkmayan aksine şevkle çalışmama sebep olan sevgili genel müdürüm...
...


Ben Riga'da Eylül 2009, Şubat-Mart-Haziran 2010 ve Ağustos 2011 olmak üzere 5 kere bulundum. Yuhh dediğinizi duyar gibiyim ama geri sarın kendinizi çünkü Vilnius'a gitmek için lanet olası polisi olan Riga'dan geçmek zorundasınız. Bu transit geçişlerin birinde ve ilk olanında 9 saatimi havaalanında geçirmiştim. Bir diğerinde ise hazır gelmişken şehri de gezeyim öyle gideyim Vilnius'a diyip, o buzlar kraliçesi Riga'yı gezip görme fırsatı bulmuştum ama ben Riga'yı hep karlı gördüm.

27 ağustos cumartesi günü akşam 6 saatlerinde vardık Riga'ya. Her şey son derece tanıdıktı. İnsan yaşadığı ülkenin dışına çıktığı zaman bilmediği toprakları keşfetmeye o kadar alışıyor ki; o 'ben burayı biliyorum' ifadesi bana çok yabancı geldi. Leton polisi bile tadından bir şey kaybetmemişti. Aklınızda bulunsun eğer bir gün şöyle Doğu Avrupa'ya doğru bir keşfe çıkayım derseniz bir çok ülke için Riga'dan transit geçiş yapmak zorundasınız. Riga Havaalanındaki vize polisi kadar Türkler'den, Müslümanlar'dan bu kadar nefret eden başka bir millet polisine rastlamadım. O yüzden kalacağınız ve gideceğiniz diğer ülkelerin otel/hostel rezervasyonunun ve dönüş biletinizin print outunun yanınızda olmasına dikkat edin. Yok artık demeyin zira en ufak bir eksik bulduklarında sizi zevkle ülkenize geri göndereceklerinden kuşkunuz olmasın. Bilumum saçma sorularını yanıtlayıp, bilumum sayıda ilgili ilgisiz evrak gösterdikten sonra artık kedimizi Riga sokaklarına atabilirdik.
...


Ben otel/hostel rezervasyonlarım için  booking.com'dan yararlanıyorum. Bu zamana kadar birçok ülke ve şehirde onların aracılığı ile konakladım ve başıma en ufak tatsız bir şey gelmedi ama bu sefer olacaklardan bihaberdim. Rezervasyon yaptığım hostelin lokasyonu şehrin merkeziydi. Fakat hostele gidince bizi karşılayan tombul, platin sarısı saçlı ve dövme kaşlı, kırmızı dudaklı Rus teyzemin ingilizce bildiği kelimenin sadece '5 minutes ve technical problem' olduğunu duyunca yıkıldım! Merakla neler olacak diye beklerken kendimi telefonda Rus teyzemin oğluyla konuşup, teamviewer kullanarak kalacak hostel ararken buldum! Halbuki bizim tek hayalimiz hostele bavullarımızı bırakıp Riga sokaklarına kendimizi atıp tıka basa yemek yemekti! Ardımızdan gelen İtalyan çifte verilen odanın kapısı açıldığında koridora dolan iğrenç sigara kokusunu içimize çektikten sonra kendimizi hostelden dışarı zor attık. Dodo Hotel'i bulduğumuzda aradan saatler gelip geçmişti...

Old town'da lezzetine 10 üzerinden 8 verdiğim pizzaları yedikten sonra Radisson Sas'ın terasında bulunan SkylineBar'da özlediğim whiterussian'ları içip manzaranın keyfini yudumladık. Riga'dan ertesi günün akşamı ayrıldık. Neden bu kadar kısa mı ? Çünkü 1 gün Riga için yeterli. Sabah erken saatlerde kendinizi sokaklara atıp gece geç saatlere kadar keyif yaparsanız bir kere gördüğünüz yeri ikinciye görebilirsiniz bile. Peki ben Riga'ya gidince ne yapayım Öznur diye soracak olursanız?

-Alus Seta'da Leton mutfağının lezzetlerini deneyebilirsiniz,

-Double Coffe'de kahvaltı yapabilirsiniz. Biliyorum somonlu omlet hiç iç açıcı gelmeyecek size ama n'olur biraz farklı lezzetlere açık olsanız?

-St.Peter's Church'un seyir kulesinden muhteşem Riga'ya kuşbakışı bakabilirsiniz,

-Freedom Monument'i Sovyet Rusya'sından kurtuldukları zaman inşa etmişler, Letonlar için son derece önemli bir anıt,

-House of Blackheads'in bulunduğu meydan masallardan fırlamış gibi, etrafındaki yapılar insanı 'ben ne güzel bir şehre' geldim hissine bürüyor.

-Powder Tower, bizim Galata Kulesi'nin minyatür olanı,

-Mimarisi şahane çok sayıda akademi binası göreceksiniz,

-Three Brothers, orta çağ mimarisine örnek yanyana dizili 3 yapı. Önünde saksafon çalan tatlı bir amcası var. Three Brothers'ın paralel sokaklarından geçmeden o bölgeyi terk etmeyin,

-Museum of Decorative Arts and Design , merak edeceğiniz o dik çatılı evlerin içine bir örnek olacak,

-Art Nouveau Centre, bu bölge yeni yapıların bulunduğu bir bölge müzeden çıktıktan sonraki sokaklar,

-Şehrin içinden geçen güzel bir nehir var. Yemyeşil nehrin yanında biraz mola verip huzuru ve sakinliği içinize çekin.İstanbul'da sakinliğe uzak kalınca, o nehir yanı nasıl güzel gelir insana...

-Essential Club, Türkiye'den gelen abazaların yoldan geçenlere 'Hello, u know where is Essential Club' dediği Riga'mın güzide Türk abazalarının bulunduğu bir club. Onun haricinde Riga'nın en büyük clubı.


Mutlaka bilmeniz gereken şeyler:

-Yaz bile olsa hava Doğu Avrupa'da, bizim Akdeniz iklimi gibi değil. Bavulunuza kazak, çorap koymayı unutmayın. Ama siz bakmayın Riga'nın o kendilerine birden fazla kere baktıran güzel kızlarının minicik etek ve şortlarla bilmem kaç cm uzunluktaki topuklu ayakkabılarla sokaklarda savrulduğuna. Onlar İskandinav güzeli, onlar Letonya'lı!

-Letonya AB ülkesi olmasına rağmen diğer birçok Doğu Avrupa ülkesi gibi kendi para birimni kullanır. Para birimleri Lat'tır ve 1 Lat=0.66euro :) Pahalılığını sizin hayal gücünüze bırakıyorum:)

-Ola ki bir Leton'la muhabbete girdiniz, dillerinin Rusça'ya benzediğini söylemeyin ya da Ruslar'la ilgili herhangi bir konu açmaya gerek duymayın, çok hassaslar!

-Ve tekrar belirtiyorum bürokratik evraklarınızın eksik olmamasına lütfen çok dikkat edin!

28 ağustos akşamı saat 19.00'da Tallinn otobüsünü neredeyse kaçırıyorduk! Hatta herkes otobüsün içinde oturmuş bizi bekliyordu! Buradan bizi otogara yetiştiricem diye neredeyse bir kadın sürücüyle kaza yapmaktan son anda sıyrılan 'crazy Latvian driver' a öpücüklerimi yolluyorum:) Ben o taksi şöforünü tanıyana kadar sadece Türk taksi şöforlerinin delice araba kullandığını sanırdım. Nitekim olaylı başlayan Riga gezimiz olaylı bitti :)

*** Riga benim için yok hayır olmadı 'bizim' için özel bir şehir.

***Bir yakınınız, akrabanız, eşiniz -siz yine de eşinizi göndermemek için elinizden ne geliyorsa yapın lütfen-, dostunuz, arkadaşınız Riga'ya giderse bir gün, önerirseniz bu yazımı ona pek mutlu olurum. Ahcanlarımbenim.

Buzların Kraliçesi! Ne yalan söyleyeyim asaletin Londra Kraliyet Ailesi asaleti ile yarışır cinsten...

Buzlar Kraliçesi ile tanışmanız dileğiyle,


Öznur

13 Eylül 2011 Salı

Barcelona Barcelona!

Mevsimlerden kış, evdeyiz. Çok yakın bir kız arkadaşım ve sevgilimle birlikte projeksiyondan 'Barcelona Barcelona'yı izliyoruz. Kulağımda kıpır kıpır bir soundtrack işte böyle


Porque tanto perderse tanto buscarse sin encontrarse **Because both lost so much searching without finding 
me encierran los muros de todas partes **I enclose the walls everywhere 
Barcelona te esta's equivocando no puedes seguir ignorando **Barcelona's wrong that you can not ignore.

Sonra pek beğendiğim hollywood harikaları çıktı karşıma -Yazması bile çok havalı değil mi? Holly-wood- Scarlett Johansson ve Penelope Cruz...Şahane bir film bizi bekliyor dedim fakat yakın kız arkadaş çoktaan uykuya dalmıştı. Kaldık 3 kişilik odada 2 kişi başbaşa.

Barcelona Barcelona'yı hepiniz bilirsiniz zaten. 2008 yılı Woody Allen yapımıdır. Cristina-Scarlett Johansson- ve Vicky-Rebecca Hall- adındaki Amerika'lı 2 güzel kadın İspanya'da bir yaz geçirirler. Cristina; evlenmek üzere olan muhafazakar bir kadın, Vicky ise tabiki Cristina'nın tersine özgür ruhlu bir kadın. Bu ikilinin tek eksiği onları birbirine düşman edecek bir erkektir. Problemli bir evliliği olan İspanyol bir ressamı canlandıran yakışıklı aktör Javier Bardem ise bu eksikliği tabiri caizse ''cuk'' diye doldurur. Filmi izlememişseniz bile bence artık senaryoyu tahmin etmek zor olmasa gerek. 

O filmin sonunu biz de getiremeden uyuduk. Barcelona Barcelona yarım kaldı. Onu tamamlamak üzere Ağustos 2011 yazında Barcelona'ya uçtuk.

Madrid nasıl Ankara'nın kardeş şehriyse ben de Barcelona'ya İstanbul'u seçtim kardeş şehir olarak. Madrid ne kadar sakin ve huzurluysa; Barcelona o kadar kalabalık ve turist dolu çünkü. Ama bakmayın Madrid ile Ankara'yı kardeş yapmama. Ankara sevilmeyen şehrimizdir. Madrid çok başka, çok elit, çok sade. Denizi olmayınca Ankara'yı eşleştirdim onunla yoksa Madrid mi, Barcelona mı ? diye soracak olursanız sualsiz Madrid derim. Nedenleri burada saklı. 'Tatil heyecandır'' yazımda Madrid'e dair her şeyi bulabilirsiniz.


Mesela şimdi Barcelona'yı düşün ve aklına ne geliyor miniminnacık bir liste yap hadi! -Yazının devamını listeni oluşturduktan sonra oku lütfen, bak lütfen diyorum. Hadi bekliyorum ben seni-
....

Barcelona'dan aklımda kalanlar:

-Konuştukları dilin farklılığı; Katalanca,

-Sagrada Familia - 1882 yılında yapımına başlanmış ve 1 yıl sonra Antoni Gaudi görevi devralmış. Fakat yıl olmuş 2011 kilisenin yapımı hala bitirilememiş. Dolayısıyla kilisenin diğer adı; 'Bitmeyen Kilise' olarak da biliniyor. Gotik tarzın ilk örneklerinden ve devasa bir kilise. Önündeki 736476 m ziyaretçi kuyruğu dolayısıyla içini göremediğim kilise olarak da bahsedilebilir.

-Tabiki Antoni Gaudi ve eserleri. Yaşadığı ev, ilginç yapı tarzları,

-Barcelona limanı, denizi; tertemiz denizine de girmeden dönmedim.

-Tapasları, insanların birbirine güven duyduğu yer İspanya. Eğer tapaslarını denemeden dönmem diyorsanız -ki sakın tatmadan geri gelmeyin- girin bir tapasçıya. Yapmanız gereken tek şey açık büfe sunulan tapas çeşitlerini tabağınıza doldurduktan sonra bir köşeye çekilin ve lezzetin farkına varın. Fakat tapaslara batırılan çöp stickleri atmayın, saklamayın çünkü stick sayısına göre hesap ödeyeceksiniz!

-Picasso'nun eserlerinin bulunduğu, Picasso Müzesi

-Palace of Barcelona ve saray bahçesinde akşam saat 9'da su ve müzik gösterisi; su,müzik ve renklerin muazzam gösterisini kaçırmayın. Bana çok teşekkür edeceksiniz :)

-Çikolata Müzesi, müzeye girmeseniz de olur ama müzenin cafesine gidip o enfes çikolatalardan yemeden dönmeyin. 


-Ve tabiki La Rambla! 

Kaç tanesi aynı senin listendekiyle ? :)  



La Rambla, Barcelona'nın İstiklal Caddesi. Kalabalık, turist dolu, cafe-restaurant-barlarla dolup taşan, çiçekçi ve dolandırıcı dolu Barcelona'nın en meşhur caddesi. Çantalarınıza dikkat etmezseniz akşam otelinize/hostelinize/evinize gittiğinizde ''aaaaa cüzdanım yok'' demeniz gayet normal. Şaşırmayın!



Barcelona beni pek etkilemedi. Güzel şehir ama İstanbul gibi kalabalık ve kirli. İstanbul aşıklarının pek beğeneceği bir şehir olabilir. Eve dönünce bir akşam yine Barcelona Barcelona'yı izleyelim dedik. Gidip gördüğümüz, bulunduğumuz yerleri film karesinde görmek ruhumuzu okşadı ama biz yine filmin sonunu getiremeden uyuyakaldık. Birisi filmin sonunda ne oluyor yazarsa çok hayırlı bir iş yapmış olacak yoksa şimdi kim kalkıp Barcelona'ya gidecek :) 


Barcelona seyahat notlarımdan:


7 ağustos 2011 3.45 
Barcelona Barcelona. 4 euroya bombay içmek ah ne güzel!


7 ağustos 2011
Barcelona, su, müzik...


8 ağustos 2011 1.49
Zaman neden su gibi ama su yeşili ne güzel tırnaklarımda ve sevgilinin tişörtünde. 12 gün sen ne çabuk bittin, niye bittin? Ah Avrupa güzel Avrupa ben seviyor hayran sana çok ama yine ayrılık vakti güzel Avrupa.


Ben diyorum ki Barcelona's wrong that you can not ignore!


**Barcelona seyahatimin üzerinden 1 ay geçti. Detaylar detaylandırılamadı. Bir kez daha tekrarlıyorum kendime; yazmak güzeldir! 


Öznur






26 Ağustos 2011 Cuma

Anılara Yolculuk

İnanamıyorum.
Çünkü ben yarın Doğu Avrupa'nın kalbine yolculuğa çıkıyorum. Baltık'ın incilerine gidiyorum.
Riga-Tallinn ve gözyaşlarımı, anılarımı, en mutlu günlerimi, en güzel dostluklarımı bıraktığım Vilnius'a.
İçimde deprem var sanki! 
Ah anlatabilsem hislerimi size...

Ben bir hayalimi daha gerçek yapıyorum ve hayallerimle gurur duyuyorum. Diyorum ya; en büyük lüksüm hayal yapmak benim.

28 Haziran'dı döndüğüm gün. 
Ben Vilnius'a tekrar elbet geleceğim demeye 2.ayımda başladım. Hiç vazgeçmedim. Geçen gün çok yakın bir arkadaşımla soluksuz sohbet ediyoruz. Dedi ki; ''Öznur, hatırlasana! Sen döndüğün ilk gün dedin gidicem diye, ve gidiyorsun'. Evet gidiyorum.

Mutluluğumu benimle aynı hisleri yaşamış, o ufak, soğuk, yanlız ülkemizde-evimizde yaşamış olanlar anlar. 

Ben Bayram'a gidiyorum. Herkesler gibi evime gidiyorum. Çok özledim!
Hayal ediyorum hala oraya varacağım günü. Engel olamıyorum, ağlıyorum. 

Döndükten sonra uzun bir süre 'out of order' olacağımdan katiyen eminim. Kendime geldiğim zaman seyahat notlarımı ve yaşadıklarımı sizlerle paylaşacağım.

Herkese güzel bayramlar diliyorum, ait olduğunuz evlerde ve sevdiklerinizle! 

Öznur


24 Ağustos 2011 Çarşamba

Tatil Maceradır: Sevilla

Ben sanıyorum ki Sevilla'da deniz var. Erasmusta gezerek öğrenebildiğim ülke lokasyonlarından bu sefer sınıfta kaldım. -buarada ben gerçekten ülkelerin ve kıtaların yerini Erasmus'ta öğrendim. O yüzden bence tabiki gezen bilir. - İspanya'dayken öğrendim ki Sevilla'da deniz yokmuş. Ne önemi var ki zaten 2-3 günlük vaktimide denize giderekmi geçireceğim diyorum içimden. Ta ki; akşam 12 civarında uçaktan çıkıp yürümeye başladığım ana kadar. Sıcak! Santiago için donacaksın diyen Jesus, Sevilla için yanacaksın demişti ki inanın çok sıcak Sevilla. Birgün aklınıza düşüp giderseniz eğer, sakın terlik giyinmeyin!

Gece saat on ikiyi geçiyor. Elimizde sadece hostelin adresinin yazılı olduğu kağıt var. Şehir merkezine gelmek için bindiğimiz otobüsten inip biraz yol sormaya biraz da yol almaya başladık. Nitekim yanlış yoldaydık. Ben yine yorgunluktan yürüyemeyecek duruma gelmişim. Dondurmacıya girip garson kıza adresi sordum bir dakika diyip içeri girdi ve elinde bilgisayarla geri geldi. Google mapi açıp bizim nerede olduğumuzu ve hostelin nerede olduğunu gösterip mükemmel adres tarifi verdikten sonra İstiklal Caddesi kadar yürüdüğümüz yolu sil baştan geri yürüdük.

Şimdi ben size durumlar yaratacağım ve sizde  kendinizi bu durumlarda hayal edeceksiniz. Öncelikle:
Gece yarısı uçaktan hiç bilmediğiniz bir ülkenin bir şehrine indiğinizi,
Elinizde şehir haritası bulunmadığını,
Ülkede konuşulan dile vakıf olmadığınızı düşünün.
...
Çoğu insan yukarıda belirttiğim şu üç durumda bile inanılmaz panik yaşar. Panikten öte, zaten cesaret edip gidemeyen insanlar tanıyorum. Telaşa hiç gerek yok. Gece yarısı diye korkmayın çünkü inanın başınıza bir şey gelme olasılığı Türkiye'dekinden %90 daha düşük. Şehir haritası gezilerde çok büyük kolaylık bu yüzden harita kullanmayı bilmek yararınıza. - evet harita kullanmak diye bir şey de var-. Haritayı havaalanından ya da yolunuzun üzerinde gözünüze çarpan otellerden temin edebilirsiniz. Gittiğiniz ülkenin dilini bilmek karşı tarafın hoşuna gider. Siz İngilizce bilseniz bile seyahat ettiğiniz şehirde İngilizce konuşacak insan bulamayabilirsiniz. Yazımın devamında anlatacağım hastahane maceram  bu duruma en güzel örnek olacak. Bu yüzden sözlük bulundurmanız yararlı olabilir. Biz hiç bilmediğimiz bir şehirde beş dakikadan kısa sürede şehir merkezine giden otobüsü bulup, bindik. Hangi durakta ineceğimiz hakkında en ufak bir bilgimiz olmaksızın. Şöyle düşünün etrafınızda size yardım edecek o kadar çok insan var ki! Bir de şöyle düşünün gecenin bir yarısı garson pozisyonuyla ekip odasından bilgisayar ile çıkıp size adres tarifi yapacak insan bulma olasılığınızda inanın o kadar  yüksek ki! Uzun lafın kısası: Telaş yapmaya gerek yok! Cesaret edilmeyecek bir durum yok! Gezin!

Sevilla, İspanya'nın Endülüsya Bölge'sinden bir şehir. İspanya'nın kültürel açıdan en önemli şehirlerinden biri. Müslüman İspanya'nın başkenti. Tarih kitaplarından hatırlayın Endülüs Emevilerini. Mimari Madrid'ten, Santiago'dan ve Ourense'den tamamen farklı. Türk saray mimarisine çok benziyor. Avlusuz ev hiç görmedim. Avlunun duvarları yarıya kadar mavi seramiklerle kaplı. Seramikler Kütahya'dan fırlamış gibi. Evlerin pencereleri cami pencereleri gibi, yuvarlak hatlı.Flemenko'nun doğuş yeri. Katedral, belediye binası merdivenlerinde el yapımı yelpazelerin satıldığı şehir Sevilla. İspanya'nın en büyük üç katedralinden biri Sevilla'da. Bu katedral aslında ilk cami olarak inşa ediliyor. Minaresi bulunan tek katedral.  Müslüman İspanyolların bulunduğu bir bölge olması benim için burayı çok farklı kılıyor. Avrupalı Müslümanlar.

Görmenizi şiddetle tavsiye edeceğim İspanya şehirlerinden Sevilla. Bir sürahi sangriayı beş euroya içebilceğiniz güzel ama çok turistik bir şehir. Turistik işte ne güzel diyebilirsiniz fakat turistik olması kalabalığı beraberinde getirdiği için vakit kuyruklarda bekleyerek geçmek zorunda kalabiliyor. Akşam geç saatlerde bile sıcaklığın hiç düşmediği ama nem oranı düşük olduğu için sizi uykunuzdan etmeyen bir şehir Sevilla. Ayaklarımı yara bere içinde bırakan ve beni hastane yollarına düşüren bir şehir Sevilla :)

Seyahatimizin son günündeyiz. Ben regl oldum. Burada regl ağrısını anlatmaya kalkmayacağım. Tek sıkıntı kullandığım ağrı kesiciyi bulmak. Sevgilim koştur koştur eczane ararken ben de Starbucks'ta yatıyorum. Koşturmak zorunda çünkü öğlen saat ikiden akşam beşe kadar siesta zamanı. Siesta için söyleyebileceğim tek bir şey var o da : Allah herkese İspanyol rahatlığı versin diyorum. Cemal binbir zorlukla derdini anlatmaya çalışmış ama ı ıh olmamış. Eczacı mide ekşimesinden tutun bulantı, yanma mideyle ilgili ne varsa ilaç gösterip durmuş. Cemal karnını göstermiş olacak ki eczacıda kendisi için sanıyor belliki :) Google translate yardıma koşuyor bu sefer. Cemal lacı buldu getirdi ama yok ben kıvranmaya devam.
...
Hastanedeyiz. Danışmada derdimizi anlatmaya çalışıyoruz. Evet kimse İngilizce bilmiyor. Ped ve ağrı kesiciyi danışmadakilere gösterdikten sonra kendimi tekerlekli sandalyede Jinekolog'un kapısının önünde buldum. Hemşirelerden biri pasaporttaki ayı ve yıldızı görünce; 'Arabb, Arabb' diyip durdu. Neyseki doktor İngilizce biliyordu ama sorular sorular sorular. Bakın akşam Barcelona'ya gidicez ve çok fazla vaktim yok. Ağrı kesici iğne yapmanız yeterli olacaktır dememle elimde bir örtüyle kendimi bir odada buldum. Benim anladığım şuydu; bu örtüyü al kendine sar, sonra iğneyi popoya ye ve çık git. Yok, anladığım olmadı. Sonuç olarak ne iğne yedim ne de ilaç aldım. Benim regl ağrısı korkudan dağa kaçtı. Bu olayın üzerine attığımız kahkahaların hesabı yok. Serotonin sağlıklıdır.

Sevilla macerasıda böyle geçti.

Yolunuzun Sevilla'daki üniversite hastanesindeki jinekologa düşmesi dileğiyle... :)

Ağrılarınızdan korkuyla kurtulabilmeniz dileğiyle ... :)

Serotonsiz kalmayın

Öznur




22 Ağustos 2011 Pazartesi

Oh be ! Uzaklardayım Diyebilmek İçin : Ourense


Ryanair diye İngiliz bir hava yolu şirketi var. Aramızdaki sevgi bağı, seyahatlerle güçleniyor gün geçtikçe. En güzel Avrupa içi turlarınız için burası uygun bilet fiyatlarıyla bayılacağınız bir site. Bağlayacağım yer şurası ki İspanya seyahatimizi 'seyahat' yapan havayolu firmasıdır Ryanair. Ve benim için sadece İspanya değil; Erasmus dönemimde Avrupa'yı talan etmemi sağladığı için üzerimdeki emeği büyüktür.
 Ryanair ile Santiago de Compostela'ya doğru uçuyoruz. Havaalanından bizi her zamanki gibi benim canım arkadaşım Jesus alacak. Heyecan yine içimizde. Tik tak ...
 Aman Allah'ım hani derler ya Oh ma god ! Sanki İspanya'da değil Sibirya'dayız. Hava nasıl soğuk! Yağmurlu ve rüzgarlı. Jesus söylemişti hazırlıklı olun diye ama biz, en nihayetinde İspanya'dayız demiştik. Uçaktan indik hava buz gibi, titriyoruz ! Heyecan falan soğuk rüzgara karıştı ve gitti.
Jesus bizi aldı ve arabayla Lady Gaga, JLO, Adele eşliğinde 1,5 saatlik uzaklıktaki Ourense'ye doğru yola çıktık. Madrid ile kıyaslamaya başlıyoruz hemen. Daha yeşil ve daha doğayla iç içe diyoruz akebinde. Şehre ilk girişte ufak çaplı bir hayal kırıklığı oluştu. Evler hiç estetik değil, ve şehir hiç canlı görünmüyordu. Hiç aklıma gelmedi tabiki o anda oranın beni bu kadar derinden içine çekeceği...
Jesus'u kelimelerle anlatmak mümkün değil. O bambaşka biri. Hem çok komik hem de çok ukala! Hem çok iyi hem de çok patavatsız! Ailesi nasıl acaba diye meraktan ölüyordum hep, taa onu tanıdığım ilk zamanlardan itibaren. Eve doğru yaklaştıkça da aklımdaki sorular çoğaldı. Karnımız nasıl aç ölüyoruz açlıktan. Acaba diyorum şimdi eve gidince annesi bize bir şeyler hazırlar mı? Yook, canım diyorum sonra. Araba durdu ve park etti. İşte dedi, şişko annemle tanışabilirsin ve çingene teyzem ! :) Evet Jesus'un tarzı bu:) İspanyolca bildiğim sadece bir replik var:
Hola ( Merhaba)
Qea Tal ( Naber)
Muy bien ( Çok iyiyim )
y tu ( Ya sen )

Evet bu replik ailenin tüm fertleri ile gerçekleşti. Mama, papa, teyze, kuzenleri, kardeşi David, 95'lik grandmama. Eee tabi replik ardındaki gülüşmeleri sizler kolaylıkla tahmin edebilirsiniz :) Gece 12 olmuştu ama beklemişlerdi bizi. Annesi hemen hızlıca sandaviç malzemelerini çıkardı. Açlığımızdan eser kalmadı. Karnımızı doyurduk. Evin köpeği Edward ile Jesus'un öpüşmelerine de şahit olduktan sonra odamıza geçtik. Burada bir ayrıntıyı paylaşmak istiyorum. Dışarıdan eve doğru girerken Mama Jesus'a birlikte mi uyuyacaklar yoksa ayrı mı yatak hazırlayalım diye sordu. Hani, Türkiye'den geliyoruz ya kadın belkide ayrı uyumak zorundayız gibi düşündü tabiki. Gereken cevabı Jesus verdi zaten :)

Ourense'deki odamız belki Madrid'teki gibi değildi ama çok İspanyoldu! :) Sabah kruvasanlı&kahveli kahvaltıdan sonra şehri gezmeye çıktık. Bu arada benim sevgilim kahve içemez. Hoş ben de çok meraklısı değilim ama hem o hem de ben İspanya'da kahvesiz bir sabah geçirmedik. Gelelim Ourense'nin nasıl güzel bir şehir olduğunu anlatma kısmına.

 Ourense, İspanya'nın kuzeybatısında, Galiçya bölgesinde yer alıyor. Biliyorsunuz İspanya 17 özerk bölgeden oluşuyor ve bu 17 özerk bölgeden biri de 'Galiçya'. Şehir Romalılar tarafından kuruluyor ve şehrin sanki 3 ana çağı varmış gibi. Bazen kendinizi Orta Çağ'da hissederken; bazen 19.yüzyıla uzanıyorsunuz ve bazen de modern çağa. Şehrin old town'u 'The Plaza Mayor' binasının bulunduğu yer. Şehrin kalbi burada ve buraya paralel olan Orta Çağ esintili sokaklarında atıyor. Ourense'nin eski şehri belki de bu zamana kadar gördüğüm eski şehirlerden en küçük ve şirin olanı. Küçük ve eski pastahane ve kıyafet dükkanları, sokakları adeta nostaljik şölene çeviriyor. Sokakları çok sakin. Aslında insanlarıyla dolu ama bir o kadar da sakin. Dikkatimizi en çok çeken karşılaştırmalardan birisi de otopark sistemleri. Şehir merkezinde ve merkeze yakın mesafelerdeki yerlerde yol üzerinde park etmiş araç görmeniz neredeyse mümkün değil! Çünkü yer üstündeki yolun altını otopark olarak kullanıyorlar. Her şey muntazam, her şey pratik. Bu bahsettiğim otopark sistemi benim gezdiğim tüm İspanya şehirlerinde -Madrid, Ourense, Santiago, Sevilla, Barcelona- aynıydı.
 

 Öğle yemeği için evin yolunu tuttuk. Yemekte 'Paella' vardı. Tavuklu ve sarı renkteki pilav üzerinde, çeşit çeşit deniz mahsülleri. Kalabalık bir sofra, yemekler, şaraplar... O kadar eğlenceli ve şahane bir aile ki insan gülmekten yemek yiyemiyor. Mama tam bir Türk annesi gibiydi. Biz tabaklarımızı bitirmeden tabaklarımızı tıka basa doldurup duruyordu. Ne onlar İngilizce biliyordu ne de biz İspanyolca ama beden dili sen ne güzel bir dilsin :) Yemekten sonra annesine hediye olarak götürdüğüm bakır cezveden afilli, bol köpüklü bir Türk kahvesi pişirdim Mama ve deli kuzene :) Onlar Türk kahvesi ve çifte kavrulmuş lokumun tadına bakarken biz de Galiçya usulü buzlu-alkollü İspanyol kahvesinin tadına baktık. Kahveler bitti, sallanarak dilekler tutuldu ve soğuması için kapatıldı. Kahve fincanları ve üzerindeki yüzükler... Sohbet, kahkaha, dans... Jesus ile birlikte kimsenin siesta yapmasına izin vermedi :) Keşke diyorum şimdi ben fal bakarken onlara bir videom olsaydı. Nasıl eğlenirdiniz siz de ! :) Hayatımda bu kadar gülerek ve eğlenerek hiç fal bakmamıştım :) Fincanın içine bakıyorum, şekilleri yorumluyorum. İngilizce'ye çevirip Jesus'a aktarıyorum. Jesus İngilizce'den İspanyolca'ya çevirerek karşıya aktarıyor derken ben o gün pencereden çağrılan komşuları dahil 4 kişiye fal baktım ! :) Oha! dedim içimden heralde söylediklerim çıktı da komşularını da çağırdılar.

 Ourense termal suları ve havuzları ile meşhur bir yer. Şehrin bir çok yerinde çeşme ve çeşmelerden fışkıran kaynar sular bulunuyor. Bu termal havuzlardan birine akşam geç saatlerde gittik. Ormanın ve nehrin ortasında bir yer. Ve ücretsiz ! Biz şok ! Nasıl ücretsiz olur böyle bir yer ! İstanbul cami tuvaletinin bile ücretli olduğu bir yer olunca tabi bizdeki şaşkınlıkta normal oluyor. Akşam, gökte yıldızlar, bir tarafında nehir bir tarafında orman, mis gibi bir hava ve sıcacık havuz. Akşam olduğu için malesef fotoğraf çekme fırsatım olmadı. Bir diğer gün ise başka bir termal su merkezine gittik. Bu sefer gündüz ama orada da fotoğraf çekmek yasaktı. Bu yüzden sizlere oradan bir kare gösteremeyeceğim. Ve Ourense'de, kendimi her şeyden herkesten uzak upuzak hissettiğim yerde maximum 15 kişilik bir havuzda '5 Türk' erkek ile karşılaşmamıza ben yorum yapmayacağım. Ben sadece belirtiyorum, yorumunu siz yapın. Ama önce lütfen şuraya bir bakın.

 Ourense'de kaldığımız 3 günün yarım gününü Jesus'suz sadece ailesiyle geçirdik. Mama ile birlikte pazara, markete gittik. Kahvaltı yaptık ve ahtapot pişirdik. Ah Mama sen ne kadar şahane bir kadınsın nasıl ! Bize 3 gün boyunca tek kuruş harcatmadı. Bize lezzetli İspanyol yemekleri yapıp bizimle vakit geçirdi. Gitme dedi ! Daha gitmeden ne zaman döneceksin dedi ne zaman geleceksin tekrar dedi! Nasıl duygulanıyorum şimdi bile. Halbuki nasıl önyargılı insanlarız biz Avrupalı'lara, Müslüman olmayan insanlara karşı. Hoşgörüyse bu ne ? Biz hoşgörüden bahsediyorsak eğer o zaman bizim yaptığımız ne?

 Son akşamımızdı. Gece 12'yi geçiyordu yanlarına gittiğimizde. Herkes masada toplanmıştı. Tüm aile. Kalabalık, güzel aile. Gözlerim dolu dolu. Sevilla'da ne yapacağım ya burada kalsam diye içimden geçirdiğim gibi Mama, gitmeyin Sevilla'ya diyor. Teyzesi kolundaki inci bilekliği çıkarıp birden, takıyor koluma ve öpüp sarılıyor bana. 95'lik anneannesi 'Guapaaaaa' diye sarılıyor, öpüyor. Poposunu kıvıra kıvıra dans ediyor benimle. Bir başka teyze takıştırıyor küpeleri kulağıma.

 Sabah oldu sonra. Kahvaltımızı hazırlamış erkenden Mama! Kahvaltı yapıyoruz, yanımda oturuyor. Ağladım ağlayacağım ve son 1 2 ... Kapıdan çıkarken, bir kutu çıkarıyor avucundan. Jesus annemin sana hediyesi dedi. Açtım kutuyu. Bir kafes. Kafesin arkasında bir kalp. Kuyumcusundan almış bana! O anda dayanamadım artık, sarılıp ağladık birlikte... İstanbul'a seyahate ikna edemedim belki ama düğününe geleceğim diye çıkıverdi ağzından!

Ourense'den aklımda kalanlar:
Jesus ve muhteşem ailesi,
Mama!
Ahtapot ve şarap,
Köprüsü ve şehrin içinden geçen nehri,
Termal suları,
Eski şehri,
Lezzetli tapasları,
Bana yaşattığı çok uzaktasın Öznur hissi,
Eğlenceli İspanyol aile sohbetleri,
Bağlılık...
Yüzündeki sayısız kırışıklıkla ve bembeyaz saçlarıyla 95'lik anneanne güzelliği,
Samimiyet,

Seyahat notlarımdan:
4 ağustos 2011 Perşembe, Santiago Havaalanı
Ağlamaktan gebericem sanırım birazdan. Jesus'la vedalaştığımız zaman başladı ama her şeyden dolayı ağlıyorum. Zaman çok çabuk geçiyor, geçmese bu kadar çabuk keşke! İçimde bir şey var beni mahfediyor ve ben o şeyi çok iyi hatırlıyorum Vilnius'tan. O şey beni üzüyor, ağlatıyor, acı veriyor. Nefret ediyorum dönmek zorunda olmaktan ve ayrılık hissinden. En kötüsü ve en ağlatanıysa bir daha ne zaman sorusuna cevap bulamamak. Çok üzgünüm! 

Yazının sonlarına doğru bile içimde bir hüzün. Çok özledim sizleri. Çok uzağımdasınız ama aklımdasınız.

Birgün o uzaklara tekrar gidebilmek umuduyla...

Birgün sizlerinde uzaklarda kalan parçalarınızı bulmanız dileğiyle ...

Öznur







15 Ağustos 2011 Pazartesi

Tatil Heyecandır

29.07.2011 Cuma gecesi, bavullarımızı yerleştirdik. Pasaportlarımız cepte. Her şey hazır.
Yarın Madrid'e uçuyoruz. Durup durup diyorum ki: ''Düşünebiliyor musun sevgilim? yarın Madrid'te uyuyacağız''. 
Cuma ışık hızında geçti.
Uçak inişe geçince benimde içimdeki heyecan karnıma ağrı ve mide bulantısı soktu. O da yetmedi nasıl tuvaletim geliyor. Allah'ım öleceğim. Aslında tuvaletim falan yok ama o aşırı heyecan yok mu! sanki varmış gibi hissettiriyor. 
İndi Uçak.
4 saat uçtuk. 
Madrid Bajaras Havaalanındayız. Buara pek bir dillerde. İnternette haberi okurken bile ah! çekiyordum.

Bu zamana kadar birçok ülke gezmeme rağmen bir ülkeye bu kadar sorgusuz sualsiz girdiğimi hatırlamıyorum. Vizesini almak çok zahmetsiz olduğu gibi ülkeye girişte de gereksiz sorulara maruz kalmamak güzeldi. 
Madrid Bajaras Havaalanı, son derece modern dizayn edilmiş. Cuma günü olmasına rağmen sessiz sakindi Atatürk Havaalanı'nın tersine. Şaşırdık. O andan itibaren kıyaslamalar başlamıştı aramızda. Kıyasladığımız şey ise Türkiye ve Avrupa (!).
Havaalanı içinde terminal değiştirmek için metroya bindim. Küçük çapta bir kaybolma hissi yaşadım. Soru sorduğum infodeskteki kişi soruma karşılık bana Polon, Rus olmak üzere tüm İskandinav ülkelerinin uyruğuna sahip olup olmadığımı sordu. Hayır dedim hiç biri ama ''from Turkey'' de demek istemedim. Çünkü sonrasını çok iyi biliyorum. Israr etti. ''Ok, from Turkey'' dedim. AAAHHH !!! diyip sırtını döndü ve deskteki arkadaşları ile sohbetine kaldığı yerden devam etti. 
Heyecanla çıkışa doğru yürüdüm. Kapı açıldı. Ah o sahne çok heyecanlı değil mi ya ? 

Ve Jesus.
1 yıldan fazla zaman geçmişti birbirimizi görmeyeli. Kucaklaşmalar, öpüşmeler, hafif gözyaşı.
1 yıldan fazla zaman geçmişti ama her şeyimiz aynıydı yine. Şakalaşmalarımız, onun haylazlıkları, kavgalarımız, gezmelerimiz, yemelerimiz. Tek fark o 20 ben ise 15 kilo zayıflamış olmamızdı. Ve aramıza bir de canım sevgilimin katılmasıydı.
O gece sabah 6'da uyuduk.
Her şey çok hızlı gerçekleşiyordu. Madrid'te sokaklardayız. Yürüyoruz, koşuyoruz, coşuyoruz, içiyoruz, yiyoruz, dans ediyoruz, fotoğraflar çekiyoruz... yoruz.. uz.. zz.. 
O gece Erasmus'tan arkadaşım Lorena'nın doğum günü vardı. Mekana gittiğimiz zaman 15 kişiden daha fazlaydık. Erasmus'tuk! Birbirimizi tanımamızı sağlayan ve bizi birbirimizden koparmayan Erasmus! Lorena, Javi, Nerea, Sussana, Anne, Benoit, Jesus, Margarida, Antonio... aklıma şuan ilk gelen isimler. Rüyada gibiydim. Uçuyordum hem de gözlerim kapalı ve dansla karışık.
Her şey aynıydı sadece yer farklıydı. Madrid'teydik. 

Gece hayatı çok hareketli ve çılgınca! Sokaklar marijuana kokuyor deli gibi. Burnumuza yabancı geliyor kokusu. Sabah 4 olmuş fakat mekanların önünde uzayıp giden içeri girme sırası kuyruğu... Aslında clupların içi buradaki gibi dolup taşıyorda o yüzden bu kuyruk diye düşünmeyin alakası yok. İçerisi insanlar rahatça dans edebilcek şekilde kalabalık ve buna rağmen para kazanıcam hırsıyla insanları içeri hınca hınç doldurmuyorlar ki insanlar güzel bir gece geçirsin.
Sabah 6'da uyuyup 9'da uyandık. Gözümü açtım. Cumbalı pencereden gelen tatlı rüzgar tenimi okşuyordu sanki! İncecik beyaz tül rüzgara eşlik edip dans ediyordu bacaklarımın arasında. Kafamı hiç kaldırmadan açtım gözümü ve dışarıya baktım tam karşımdaki büyük, yere kadar uzanan pencereden. Masmavi gökyüzü, bembeyaz bulutlar ve tarihi 2 evin çatı katı kısımları, sokaktan odanın içine sızan konuşmalar ... Evet, bu 'tatil' dedim içimden ve şanslı olmak da  bu dedim ! 

O günden sonra İspanya'yı keşfimiz başlamıştı. Keşfe Madrid ile başladık. Muhteşem 3 gün geçirdik. Ben Madrid'e hayran kaldım. Sokaklarına, temizliğine, insanların saygısına, koskocaman büyük bir şehir olup, başkent olup, sayısız turiste ev sahipliği yapıp bu kadar sakin kalabilmesine, bu kadar huzurlu olabilmesine... Burada yaşasam keşke dedim. Sabah uyanır o bayıldığım cafe&pub'a gidip kruvasan ve kahvemi içerim. Sonra belki çalışırım belki de okula falan giderim bilmiyorum bu kısmını. Sakin sokaklarında gezerim, o yüksek tepeye çıkarım hergün güneş batmadan. Kitap okur sonra güneşin batışını izlerim. Muhteşem tapaslar yerim. Ya da bu saydıklarım olmasada olur. Sadece sakinliği, sessizliği ve huzuru yeter bana. 

Madrid'ten aklımda kalanlar ;
Jesus,
Erasmus meeting ve muhteşem o gece,
Tertemiz, hergün yıkanan sokak ve caddeleri,
Lezzetli domuz eti ve ispanyol peyniri müzesi,
Güneşin batışını bir tepeden izleyen insanlar kaabalığı,
Sokak çalgıcıları ve onlara eşlik eden seyirci dansçı teyzeler,
Sol meydanı ve Callo meydanı,
Suyun kiokslardan alındığı zaman biraz pahalı olması. 2 euro. Lütfen Tl'ye çevirmeden :)
Muhteşem hostel odamız,
Napaloen, Andra, David,
Bazaar Restaurant. Madrid'e gidenlerin mutlaka uğraması gereken bir restaurant.
Vintage mağazalar, pastahaneler, insanlar,
Tapaslar,
Kruvasan ve kahveli sabahlar,
Hergün bir başka sokağı keşfe çıkmalar,
Tostaslar,
Ah daha neler neler !
Ben bayıldım Madrid'e, siz de gidin görün !

Aldığım notlardan:

29 Temmuz 2011 Cuma Uçakta 19.40
Uçuyoruz havada. Aşk'a göre İtalya kıyılarındaymışız. Aşağıda dümdüz bir koy var. Çok güzel görünüyor. Hiç girintili değil çıkıntılı da. Her şey çok yolunda gidiyor. Gözde'nin süprizi beni mutlu etti. İberia Havayolları ile uçuyoruz. Gayet güzel gidiyor. Denizim üzerindeyiz ve aşağıda bir sürü gemiler var. Ve denizde bıraktıkları izleri... 1 yıldan sonra Jesus'u göreceğim. Çok mutluyum. Tarifiz. Hayal edince bile buluşmayı çok farklı oluyor ve gece Lorena'nın doğum günü. Birsürü Erasmus arkadaşımı göreceğim. Mutluyum çok mutlu! 
Uçuyoruz, mutluyuz, uçuyorum havada!

31 Temmuz 2011 Pazar, saat gece 1
Madrid'teyiz. Dışardan yeni geldik, yataktayım. Odamız muhteşem! Çok mutluyum çok! Yüksek tavan, cumbalı balkon ve yattığımız yerden kulağımıza gelen sohbet sesleri. Ve gökyüzünü görebilmek yattığım yerden. Bu cennet değil de ne ? Ve hemen karşımdaki muhteşem tarihi binalar. Mutluluktan ağlayabilirim...

İçine aroma katılmış ballı tatil anılarımın Madrid kısmıydı sadece.

Gezmeniz görmeniz dileğiyle...